Navlun Sözleşmelerinin Ve Navlun Sözleşmelerine Göre Elde Edilen Bazı Gelirlerin Türk Vergi Hukukundaki Yeri

I- GİRİŞ

Navlun sözleşmesi, deniz yoluyla eşya taşımacılığında kullanılan bir sözleşmedir. 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun[1] deniz ticaretine ilişkin dördüncü kitabında düzenlenmiştir. Amacı, taşınacak olan eşyanın güvenilir bir şekilde varma limanı ya da gösterilen yere teslim edilmesidir. Bu çalışmada deniz taşımacılığı ile sınırlı olmak kaydıyla, navlun sözleşmelerinin vergi hukukundaki yeri incelenecek ve bu hususlara ilişkin konulara açıklık getirilmeye çalışılacaktır. Burada şu hususu da belirtmek gerekir ki; bugünlerde Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde yeni bir Türk Ticaret Kanun Tasarısı bulunmaktadır. Bu tasarının beşinci kitabında navlun (denizde eşya taşıma) sözleşmeleri ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir. Söz konusu tasarı hali hazırda yasalaşmadığından, bu çalışmada 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) üzerinden konuya açıklık getirilmeye çalışılacaktır. Vergi hukuku açısından navlunun bir tanımının olmaması ve kapsamının belirsizliği bir takım tereddütlerin yaşanmasına sebep olmaktadır. Navlun sözleşmelerinin kira sözleşmesi mi yoksa istisna sözleşmesi mi olduğu açık değildir. Bu sözleşmesinin hukuki niteliği, elde edilen gelirin türünü ve dolayısıyla vergilemeyi de doğrudan etkileyeceği için navlun sözleşmesinin bir kira sözleşmesi mi yoksa istisna sözleşmesi mi olduğunun tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirlemesi gerekmektedir.

II- NAVLUN SÖZLE?zMESİ KAVRAMI Kelime anlamı olarak navlun, bir yerden bir yere taşınacak eşyanın tümü; denizde mal taşıması karşılığı olarak, navlun mukavelesine veya yasaya dayanılarak verilen ücret olarak tanımlanmaktadır. “Navlun” ifadesi yerine “eşya taşıma” ifadesi de kullanılabilmektedir. Ancak, hem iş hayatında yerleşmiş olduğu ve hem de kara yoluyla eşya taşımacılığından ayırt edici özelliğe sahip olduğu için uygulamada daha çok “navlun” terimi tercih edilmektedir. Navlun sözleşmeleri ise, konusu denizde eşya taşımak olan sözleşmelere verilen genel addır. İki kişi arasında deniz yoluyla bir taşıma sözleşmesi yapılmışsa ve bu taşımanın konusu eşya (yük) ise, bu sözleşme navlun sözleşmesidir. Bir sözleşmenin navlun sözleşmesi olması için şu öğeleri içermesi gerekmektedir: a)Taşıma deniz yoluyla yapılmalıdır. b)Eşya ya da yük taşınması üstlenilmiş (taahhüt edilmiş) olmalıdır.

c)Yük, taşımayı üstlenen kişinin egemenliğine (zilyetliğine) geçmelidir.

d)Taşıma karşılığı bir navlun ödenmelidir. Navlun sözleşmeleri “çarter” ve “kırkambar” sözleşmeleri olmak üzere ikiye ayrılır. Çarter sözleşmeleri bir tür yer tahsis sözleşmesi olup, Türk Ticaret Kanununun 1016’ ncı maddesinde, geminin tamamının veya bir kısmının taşıtana tahsis edildiği sözleşme şeklinde tanımlanmıştır. Bu tür sözleşmelerde önemli olan eşya değil, eşyayı taşıyacak olan araç yani gemidir. Yapılan navlun sözleşmesiyle, yük taşınmak üzere bir gemi tutulmuşsa, böyle bir sözleşme çarter sözleşmesidir. Buradaki “gemi tutulması” ifadesinden “geminin özgülenmesi (tahsis edilmesi)” anlaşılmalıdır; sözleşmeyle taşıyan gemiyi taşıtana tahsis etmektedir. Geminin tahsis ve kullanım şekline göre çarter sözleşmeleri; tam çarter, kısmi çarter, yolculuk çarteri ve zaman çarteri şeklinde ayrılmaktadır. Geminin tamamı özgülenmişse bu tür çarter sözleşmesi tam çarter; bir kısmı özgülenmişse kısmi çarterden bahsedilir. Bugün yapılan çarter sözleşmelerinin çoğu tam çarter sözleşmeleridir. Tam çarter sözleşmelerinin de iki çeşiti vardır. Bunlar yolculuk çarteri ve zaman çarteridir.

Kırkambar sözleşmesinde, navlun sözleşmesi ile bir yükün bir liman ya da iskeleden, bir başkasına deniz yoluyla taşınmasının taahhüt edilmesi söz konusudur. Uygulamada kırkambar taşımacılığına general kargo ya da karışık yük taşıması denilmektedir. Kırkambar sözleşmeleriyle tek bir gemiyle yüzlerce küçük parti mal taşımak ve çok sayıda navlun sözleşmesi yaparak daha çok kazanç sağlamak mümkün hale gelmiştir. Çoğunlukla booking note diye söylenen bir kısa sözleşmeyle, taşıyanın ticaret servisi, belli bir yükün, bir limandan bir başkasına taşınmasını üstlenir. Uygulamada hat yapan gemiler bu tür sözleşmeler yaparlar. Bu taşımada, taşıyan, yükleri geminin istediği yerine istif edebilir. Sadece güverteye koyabilmesi için taşıtanın/yükletenin muvafakati gereklidir. Günümüzde kırkambar taşımacılığı, çoğunlukla booking note hükümleri çerçevesinde yapılmaktadır. Booking note, kırkambar taşıma sözleşmesinin koşullarını yansıtmaktadır.

Türk Ticaret Kanununa göre, yolcu taşımacılığı dışında, taşınması mümkün olan bütün maddi şeyler navlun sözleşmesine konu olabilir. Bu, Türk Ticaret Kanununa özgü bir özellik olup, Türk Ticaret Kanununun aksine vergi hukuku navlun sözleşmesinin kapsamını daha geniş tutmuştur. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun[2] 23’ üncü maddesi ile 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun[3] 14’ üncü maddesi incelendiğinde her türlü taşımacılık faaliyetinin vergi hukukunun kapsamına alındığı görülecektir. Danıştay’ a göre de taşınan şeyin yük ya da yolcu olması navlun sözleşmesinin kapsamını değiştirmemektedir. Dolayısıyla vergi hukuku anlamında navlun sözleşmesi deniz yoluyla hem yük hem de yolcu taşımacılığını kapsayabildiğini söyleyebiliriz.

Navlun sözleşmesi ivazlı bir sözleşme[4] olup, karşılığında mutlaka bir ücret ödenmesi gerekmektedir. Ancak buradaki ücret 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunun[5]61’ inci maddesi anlamında ücret değildir. Bu, taşımacılık faaliyeti sonucu elde edilen bir bedeli işaret etmektedir. Bu bedel olmadan navlun sözleşmesi söz konusu olamaz. Dolayısıyla navlunu sözleşmesinin vergi hukuku açısından asıl önemi de bu noktada ortaya çıkmaktadır.

III- NAVLUN SÖZLE?zMESİNİN HUKUKSAL BOYUTLARI

Hukuki niteliği itibariyle vergilemeyi doğrudan etkileyen navlun sözleşmesinin, vergi hukuku açısından değinilmesi gereken önemli noktaları bulunmaktadır. Navlun sözleşmesinin bir kira sözleşmesi mi yoksa bir istisna sözleşmesi mi olduğu hususunda çeşitli görüşler mevcuttur. Bunlara burada yer vermek yararlı olacaktır. Bir görüşe göre, navlun sözleşmesi bir kira sözleşmesi değil, muayyen bir neticenin teminini (malın alıcıya teslimi) taahhüt eden istisnai bir akittir. Benzer bir görüşe göre, bir kişi denizden kazanç sağlamak amacıyla gemisini eşya taşımada kullanabileceği gibi aynı amaçla bir başka kişiye de tahsis edebilir. Bunun adi kira sözleşmesine göre olması mümkündür. Ancak deniz hukukunun mutad şekli bunun bir navlun sözleşmesi ile gerçekleştirilmesidir. Burada Danıştay karalarının uygulamaya yön vermek açısından navlun sözleşmelerinin hukuki niteliğini belirlemede önemli yer tuttuğunu belirtmek gerekir. Danıştay 4’ üncü Dairesi tarafından verilen bir kararda (E.No:2001/3109, K.No:2002/3147), “yerel mahkemenin …geminin ticari işletmesi ile ilgili tüm masrafların davacıya, geminin tamiri, bakımı, hazırlanması ile ilgili giderler ile personel ücretleri ve sigorta masraflarının gemi sahibine ait olduğu, gemi sahibinin kaptan, makina ve güverte mürettebatını sağlamak, bunların ücretlerini ödemek ve gemiyi sigorta ettirmekle yükümlü olduğu, gemi sahiplerinin onayı olmadan hiçbir kargo taşınamayacağı gibi kiracının, kaptanın ve gemi çalışanlarından memnun olmaması halinde gerekli değişikliği ancak gemi sahibinin yapabileceğinin anlaşıldığı, bu durumda taraflar arasındaki sözleşmenin bir gemi kiralama sözleşmesi değil taşıma taahhüdü içeren bir sözleşme olduğu, gemi sahibi açısından taşıma taahhüdü içeren sözleşme gereği elde edilen navlun gelirlerinin ticari kazanç niteliği taşıdığı…” belirtilerek idarenin temyiz talebi yerinde bulunmayarak yerel mahkeme kararının onandığı görülmüştür. Ayrıca söz konusu kararda, dava konusu olayda taraflar arasında imzalanan sözleşmenin “navlun sözleşmesi” niteliği taşıdığından davacının yurt dışında mukim bir şirketten kiraladığı gemiler için yaptığı kira ödemelerinden tevkifat yapma zorunluluğunun bulunmadığı yönündeki tespite de yer verilmiştir. Yine Danıştay 9’ uncu Dairesince verilen kararda (E.No:1998/4709, K.No:1999/1484), denizde yolcu ve yük taşımacılığı işiyle uğraşan yükümlü şirketin yaz aylarında Ancona-Pire-Çeşme sefer hattında yolcu taşımacılığı yapmak üzere yabancı şirketlere ait iki geminin tahsisi hususunda gemi sahibi yabancı şirketlerle yaptığı sözleşmenin kira sözleşmesi değil, navlun sözleşmesi olduğuna karar vermiş ve yerel mahkemenin kararını onamıştır. Söz konusu kararda, taraflar arasında yapılan sözleşmenin navlun sözleşmesi olduğu, kira sözleşmesi olmadığı sonucuna varıldığından, bu sözleşmeye göre yapılan ödemelerin Katma Değer Vergisi Kanununun 9’ uncu maddesi kapsamında davacı şirketten sorumlu sıfatıyla katma değer vergisi aranamayacağının kabulü gerektiği de belirtilmiştir. Görüleceği üzere, konu hakkında hem görüşeler hem de Danıştay’ ın kararları koşutluk arz etmekte, navlun sözleşmesinin kira sözleşmesi değil, taşıma taahhüdü içeren bir sözleşme olduğunu göstermektedir. Ayrıca yukarıda yer verdiğimiz Danıştay kararları, bir sözleşmenin navlun sözleşmesi olup olmadığının tespiti hususunda önemli bazı ölçütler ortaya koymaktadır. Yüksek mahkeme tarafından sıralanan bu ölçütler vergi hukuku açısından navlun sözleşmesinin niteliğini belirlemede önemli birer yol gösterici niteliğindedir. Bu açıklamaklardan sonra navlun sözleşmesinin vergi hukuku açısından niteliğine göz atmak yerinde olacaktır. Navlun sözleşmesinin bir kira sözleşmesi olarak kabul edilmesi durumunda vergi hukuku açısından iki durum ortaya çıkar. İlki, elde edilen gelirin Gayrimenkul Sermaye İradı kabul edilerek 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunun 70/7’ nci maddesine göre vergilendirilmesidir. İkincisi ise, bu gelirin dar mükellef yabancı ulaştırma kurumları tarafından elde edilmesi durumunda 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 30’ uncu maddesine göre kurumlar vergisi tevkifatı yapılması ve Katma Değer Vergisi Kanununun 9’ uncu maddesine göre de KDV ödenmesi zorunluluğunun doğmasıdır. Ancak kira sözleşmesi değil de bir istisna sözleşmesi olarak kabul edilmesi durumunda ise bunların hiç biri söz konusu olmayacak ve navlun sözleşmesi uyarınca elde edilen gelir, Gelir Vergisi Kanununun 37’ nci maddesine göre ticari kazanç olarak vergiye tabi tutulacaktır. Bu nedenle vergi hukuku açısından sorunun çözümü için öncelikle kiralama işlemlerinde Gayrimenkul Sermaye İradı ve Ticari Kazanç ayrımının ortaya konması gereklidir. Bir gayrimenkulun bütün olarak karşı tarafın kullanımına bırakılması durumunda elde edilen gelir Gayrimenkul Sermaye İradı olarak kabul edilmelidir. Ancak kiracının gerekli yararı sağlayabilmesinin belli hizmetlerin yerine getirilmesine bağlı bulunduğu ve bu hizmetlerin kiraya veren tarafından üstlenilmiş olduğu durumda ise ticari faaliyet ve ticari kazanç söz konusu olmaktadır. Bugün uygulamada benimsenen görüşler ve Danıştay kararları ile yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda navlun sözleşmesinin kira sözleşmesi olmadığı sonucuna varılmaktadır. Bu tespitten hareketle vergi hukuku açısından navlun sözleşmesi sonucu elde edilen kazancın tam mükellefler tarafından elde edilmesi durumunda ticari kazanca ilişkin genel hükümler; dar mükellefler tarafından elde edilmesi durumunda ise, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 23’ üncü maddesinde öngörülen özel hükümlere göre vergilendirilmesi gereklidir. Deniz taşımacılığında taşıyıcı lehine navlun denilen ücretin yanında bir kısım ödemeler de yapılmaktadır. Bu ödemeler sürastarya, pişmanlık navlunu, mesafe navlunu, boş navlun, hızlandırma primi (primaj) gibi adlarla ifade edilmektedir. Burada sürastarya ve primaj hakkında bilgi vermek uygun olacaktır. Sürastarya, taşıyandan kaynaklanmayan sebeplerden dolayı yükleme ya da boşaltmada fazladan beklenen süreyi ifade eder. Bu süre içinde taşıyanın uğrayacağı zararları telafi etmek amacıyla taşıtan tarafından navluna ek olarak bir ödeme yapılmak zorundadır. Bu ödemeye de sürastarya ücreti ya da demuraj denir. Türk Ticaret Kanununun 1030’ uncu maddesine göre, sürastarya sadece sefer üzerine yapılan çarter sözleşmeleri için söz konusu olmaktadır. Sürastaryanın vergi matrahına dahil edilip edilmeyeceği tartışmalı bir konu olmakla birlikte, navlun gibi tamamen taşıma ile ilgili olarak elde edilen bir ücret olması, navlun sözleşmesinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmesi ve gemi alacaklısının haklarının içine dahil edilmesi dolayısıyla vergi matrahına dahil edilerek üzerlerinden vergi ödenmesi gerekmektedir. Primaj, deniz taşımacılığında yüke gösterdiği ihtimam karşılığında taşıyan tarafından acenteye yapılan bir ödemedir. Türk Ticaret Kanununda ayrıca düzenlenmemiş olup, tek tanımı Gemi Acenteleri Asgari Ücret Tarifesinde yapılmıştır. Primaj ayrıca, yükleme ya da boşaltma nedeniyle taşıyan tarafından taşıtan veya gönderilene ödenen para olarak da ifade edilmektedir.

Uluslararası deniz taşımacılığında taşımacılık işlemleri, genellikle acenteler tarafından organize edildiği için primaj ödemeleri de acentelere yapılmaktadır. Bu ödemeler acentenin ticari kazancı olarak vergiye tabi tutulmaktadır. Aynı zamanda acentelere yapılan bu ödemenin 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 23’ üncü maddesinde sözü edilen taşımacılık işini üstlenen dar mükellef yabancı ulaştırma kurumlarının hâsılat kavramı içinde olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Bu tartışmalı konu Hesap Uzmanları Kurulu Danışma Komisyonu tarafından 1951 ile 1990 yıllarında değerlendirilmiş ve birbirine koşut iki karar verilmiştir. Söz konusu kararlarda Komisyon özetle, primajın yabancı ulaştırma kurumlarının hasılatına dahil olduğu ve mükerrer vergilemeye yol açmayacağı görüşüne varmıştır. Hesap Uzmanları Kurulu Komisyonuna göre, acenteler primajları yabancı ulaştırma kurumlarının nam ve hesabına tahsil ederler ve olduğu gibi kendi gelirleri arasında yer alması bunun mahiyetini değiştirmez, bu sadece yabancı ulaştırma kurumlarının primajı gördüğü temsilcilik hizmetine karşılık acenteye terk ettiğini gösterir. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 23/3-b maddesinde yabancı ulaştırma kurumlarının, Türkiye’ de elde edilmiş sayılan hasılatının unsurlarına yer verilirken “…bilet bedeli ile birlikte alınan gider karşılıkları dahil olmak üzere yolcu, yük ve bagaj taşıma ücreti olarak her ne adla olursa olsun aldıkları tutarlar.” ifadesine yer verilmiştir. Buradan hareketle, taşıma işiyle ilgili olarak alınıp, bu unsurlar arasına girmeyecek bir ücret söz konusu olamayacaktır. İlgili kanun maddesinde de belirtildiği üzere, kanun koyucunun taşıma işi ile ilgili olarak alınan her türlü parayı vergilemeyi amaç edindiği ortadadır. Primaj ödemesiyle ilgili çok genel bir örnek vermek gerekirse; dar mükellef yabancı ulaştırma kurumu (Y), Türkiye ve Rusya arasında taşımacılık yapmaktadır. (Y), sahibi olduğu gemisini yük/eşya taşımak üzere taşıtan (K)’ ya tahsis etmiştir. Bu arada (Y) kendisini Türkiye’ de temsil etmesi için acente (A) ile anlaşmıştır. (K), Türkiye’ den Rusya’ ya yük/eşya taşıtacaktır. (Y)’ nin Türkiye’ deki temsilcisi olan (A), bu taşıma işinde (Y)’ nin nam ve hesabına taşımayla ilgili her türlü iş ve işlemi yapmaktadır. İşte acente (A)’ nın bu taşıma işi için taşıtan (K)’ dan yani navlun ücretini ödeyecek olan kişiden aldığı bedel “Primaj ücreti” dir. Bu bedel navlun ücretini ödeyecek kişi tarafından yükleme veya boşaltma limanında, Türkiye’ deki acente lehine ödenir. Ayrıca yukarıda bahsedilen Danışma Komisyonu kararlarında belirtildiği üzere, primaj, yabancı ulaştırma kurumlarının hasılatına dahil olduğundan örnekte bahsi geçen primaj ödemesi de dar mükellef yabancı ulaştırma kurumu (Y)’ nin hasılatına dahil olacaktır. Yabancı ulaştırma kurumunun hasılatına dahil olan primaj acenteye devredildiği için aynı zamanda yabancı ulaştırma kurumunun gideri ve acentenin geliri olmaktadır. Yabancı ulaştırma kurumu ve onun Türkiye’ de temsilcisi konumundaki acentenin ayrı ayrı mükellefiyetleri olduğu noktasından hareketle, burada bir mükerrerlikten söz etmek mümkün değildir. Bununla birlikte, yabancı ulaştırma kurumunun vergi matrahı ortalama emsal nispetleri[6]uygulanmak suretiyle tespit edildiğinden, primaj ücretinin ortalama emsal nispeti ile çarpılması sonucu bulunan tutar yabancı ulaştırma kurumunun matrahına dahil olurken, acente aldığı primaj ücretinin tamamını kendi acentelik gelirlerine dahil edecektir. Primajı mevzuatla tanımlayan tek düzenlemenin, Gemi Acenteleri Asgari Ücret Tarifesinde yapıldığını yukarıda belirtmiştik. Bu tarifede de primaj, acente lehine ödenen bir ücret olarak tanımlanmaktadır. Burada, vergi mevzuatında tanımlanmamış bir gelir söz konusudur ve bu gelirin sahibi de başka mevzuatta belirlenmiştir. Dolayısıyla, yükleme anında doğrudan acenteye verilip, onda kalan primaj ücretinin, yabancı ulaştırma kurumu ile ilişkilendirilmeksizin doğrudan acentenin taşıtandan elde ettiği bir gelir olarak da düşünülmesi mümkün görünmektedir. Primajı 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu açısından kısaca değerlendirdiğimizde; primaj, navlunun bir parçası olarak Türkiye ile yabancı ülkeler arasındaki bir taşıma işi ile ilgili olduğundan, Katma Değer Vergisi Kanununun 14’ üncü maddesindeki transit ve Türkiye ile yabancı ülkeler arasındaki taşıma işleri kapsamında mütalaa edilerek Katma Değer Vergisinden istisna olduğunu söylemek mümkündür.

IV- SONUÇ

Türk Vergi Hukuku açısından değerlendirildiğinde öncelikle navlun sözleşmesinin deniz yoluyla hem yük hem de yolcu taşımacılığını kapsadığını ve dolayısıyla vergi hukukunun, navlun sözleşmelerini Türk Ticaret Kanununun ilgili bölümündeki açıklamaların tersine daha geniş yorumladığını ortaya çıkmaktadır. Yukarıda yapılan açıklamalarda ortaya konulan görüşler ve yargı kararları bağlamında, navlun sözleşmesinin bir kira sözleşmesi olmadığı görülmüştür. Dolayısıyla hukuki niteliği itibariyle navlun sözleşmesine bağlı olarak elde edilen başta navlun olmak üzere diğer bütün kazançlar ticari kazançtır. Bu nedenle söz konusu kazançlar, tam mükellefler tarafından elde edilmişse genel hükümler, dar mükellef yabancı ulaştırma kurumları tarafından elde edilmişse Kurumlar Vergisi Kanunun 23’ üncü maddesindeki özel hükümler çerçevesinde vergilendirilecektir. Aynı zamanda dar mükelleflere yapılan bu ödemelerden tevkifat yapılmayacağı gibi, bu mükelleflerin sorumlu sıfatıyla Katma Değer Vergisi ödeme mükellefiyetleri de bulunmayacaktır. Taşımacılık faaliyetinde navlun ücretinin yanında bir kısım ödemeler de yapılmaktadır. Bunlardan sürastarya ve primaj hakkında yukarıda bilgiler verilmiştir. Bu tür ödemelerin vergi mevzuatında doğrudan yer almaması veya bu konulara ilişkin vergisel boyutta yeterince açıklık getirilmemiş olması dolayısıyla bir takım tereddütler ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar primaj ücreti hakkında Hesap Uzmanları Kurulu Danışma Komisyonu tarafından verilmiş kararlar bulunsa da, bu tereddütlerin giderilmesi noktasında vergi idaresince bu hususlara açıklık getirilmesi gerekmektedir.

KAYNAKÇA: Yılmaz, Ejder, Hukuk Sözlüğü, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005. Kender R., Çetingil, E., Deniz Ticaret Hukuku, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1988. Canbek, Meftun, “Deniz Taşıma Sözleşmelerinin Damga Vergisi Kanunu Karşısındaki Durumu” Vergi Sorunları Dergisi, ?zubat 2006, Sayı:209. Çelikkaya, Ali, “Türk Vergi Hukuku Açısından Navun Sözleşmelerinin Değerlendirilmesi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 54, Sayı:1, Ankara, 2005. Tekil, Fehiman, Deniz Hukuku, 5. Baskı, Alkım Yayınevi, İstanbul, 1998 Dural, Fatih, “Deniz Taşımacılığı, Primaj ve Vergi Uygulamaları”, Yaklaşım Dergisi, Haziran 1993, Sayı: 6. Arıkan, Naci, “Deniz Taşıma İşlerinde Daimi Temsilci Vasıtasıyla Kazanç Elde Eden Yabancı Ulaştırma Kurumlarının Vergilendirilmesi”, Vergi Dünyası Dergisi, Kasım 1996, Sayı 183. Beklen, Ramazan, “Chater ve Kırkambar Sözleşmelerinin Damga Vergisi Karşısındaki Durumu”, Vergi Dünyası Dergisi, ?zubat 1995, Sayı 162. Topluca Türk Vergi Kanunları, Yaklaşım Yayınları, Ankara, 2008.

——————————————————————————–

[1] 09.09.1956 tarih ve 9353 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

[2] 21.06.2006 tarih ve 26205 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

[3] 02.11.1984 tarih ve 18563 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

[4] Bu tür sözleşmelerde taraflardan her biri, edindiği yarara karşılık bir yükün altına girmektedir.

[5] 06.01.1961 tarih ve 10700 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

[6] 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 23. maddesinde, yabancı ulaştırma kurumlarının vergiye matrah olacak kurum kazancının hesaplanmasında hasılata uygulanacak ortalama emsal oranları şu şekilde yer almaktadır: Kara taşımacılığında % 12, Deniz taşımacılığında % 15, Hava taşımacılığında % 5.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*